Page 47 - KAZASKER MUSTAFA İZZET
P. 47

Ayasofya’nın Nişânesi | KAZASKER MUSTAFA İZZET







                             SULTANLARA YAKINLIK YAKICI ÂTEŞTİR



                             Kayserili Ali Efendi tarafından Şeyh Muhammed Can Efendi’ye teslim edilen Mustafa İzzet, kendisinin yanında sülûkunu ikmâl edip icazetini
                             aldıktan sonra Mısır’da ikâmet eden ve metfun bulunan bütün zevâtı ziyaret ederek "başında Nakşî sikkesi, sırtında Dıhlevî hırkası" ile
                             İstanbul’a avdet etmiştir. Fakat elbette ki, tercih ettiği bu saraydan ve Sultan’dan uzak hayatı sürdürmek tahmin ettiğinden fazla itina
                             gerektirmekteydi. Öte yandan zamanın küçük İstanbul’unda yaşamayı arzu ettiği bu dervişâne hayatı devam ettirmekle birlikte cuma
                             günleri selâtin camilerde müezzinlik ve hatiplik yapmaya başladığı da kaynaklarda zikredilmektedir. Ancak bu durumun onu padişaha
                             yaklaştıracak bir "tehlike" olduğunun kendisi de farkında olduğundan padişahın Cuma Selâmlığına gelmeyeceği camileri tercih etmeye
                             gayret göstermiştir.


                             İzzet  Efendi’nin  hac  dönüşü  çekildiği  bu  münzevi  hayat  ve  huzur  u  sükûnu  tabii  olarak  fazla  sürmemiştir.  Hayatının  dönüm  noktası
                             olabilecek ve belki de sadece bir film senaryosu çıkabilecek olay, şu şekilde cereyân etmiştir: 1832 yılında Şubat ayına tesadüf eden,
                             hicrî 1247 Ramazanının 10’unda , ikindi namazına Bayezid Camii’ne çıkan Mustafa İzzet, müezzin mahfilinde sessiz sedasız ramazan
                                                       [4]
                             hatmini sürmekteydi. Evvelden tanıştığı birkaç kişinin hâl ü hatırdan sonra kendisine müezzinlik teklifinde bulunması üzerine, "Padişahımız
                             ekseriya camiye geliyor. Benim sesimi tanır, işitmesi hoş olmaz." diyerek bu teklifleri kibarca reddetti. Fakat müezzinlerin, "Padişahın
                             bugün  İstanbul’a  gelmediği  biliniyor.  Lütfen  rahat  olunuz."  diyerek  kendisini  temin  etmeleri  üzerine,  başında  Nakşibendî  tâcı,  sırtında
                             Dıhlevî hırkasıyla saray kaçağı bir derviş edasıyla ayağa kalkarak farza kâmet getirmeye başladı. Cilve bu ya, Sultan II. Mahmud, aniden
                             tebdîl-i kıyafet camiden içeri giriverip namaza durdu. Padişahın girişini fark etmeyen müezzin mahfeli, hiçbir şey yokmuş gibi cumhur
                             hâlde namaz tesbihâtını da İzzet Efendi reisliğinde okuduktan sonra padişahın yaveri Mirliva Aşkar Ali Paşa’nın mahfele çıkmasıyla şaşkına
                             döndü. Ali Paşa, padişahın orada olduğunu, farza kâmet getirenin kim olduğunu öğrenmek istediğini iletti. Müezzinbaşı, derviş kisvesine
                             bürünmüş İzzet Efendi’yi gösterdiyse de oruçlu kafayla bu yaver eski arkadaşı olan Mustafa İzzet’i tanıyamadı ve aşağı inerek padişaha
                             müezzinin bir Özbek dervişi olduğunu arz etti. Gözü gibi kulağı da keskin olan, bir duyduğunu bir daha unutmayan Sultan II. Mahmud pür-
                             hiddet bir hâlde, "Ben bu adamın sesini unutur muyum. Bu Mustafa’nın sesiydi. Siz Özbek diye beni mi aldatıyorsunuz?" diyerek başka
                             birisini daha mahfele yollamış ve herkesin teker teker aşağı inmesi için emir vermiştir. Fakat inenler arasında bu Özbek dervişi görünmez.
                             Çünkü Mustafa İzzet yangına körükle gidermişçesine, mahfeldeki herkesin huzura çıkmasına rağmen aşağıya inmemiştir. Sonunda Paşa,
                             bizzat elinden tutarak aşağı indirir ancak o yine, kendisini tanıtmayacak bir tarz ile yürüyerek kapıya yönelir. Üzerinde derviş kisvesi de olsa
                             İzzet’i tanıyan padişah, saraydan izinsiz ayrılışından tutun da onun saray kıyafetini terk etmesine kadar pek çok hususta işlediği hatalardan
                             dolayı büyük bir öfkeyle Sadrazam Hüsrev Paşa’ya işaret ederek İzzet’in idam fermanını verir. Bu kararın bir ramazan günü olduğu ve
                             padişahın yıllardır kendisinden haber alamadığı birinin karşısına bu beklenmedik hâlde çıkmış olduğu göz ardı edilmemelidir.

                             Padişah fermanının yerine getirilmesi mutlak olduğundan Hüsrev Paşa, "Ferman Efendimizindir" tavrıyla kılıcına davransa da, caminin
                             içinde vukua gelmek üzere olan bu idam hâdisesine Musahib Said Efendi hemen müdahale ederek, "Paşa, sen çocuk musun?


                             4       Aşağıda detaylarıyla anlatacağımız hâdisenin tarihi, Talip Mert’in Takvim-i Vekâyî’de geçen bir habere dayanarak yapmış olduğu tespite kadar
                             bütün kaynaklarca ramazan ayının bir cuma günü, ikindi vakti olarak belirtilmiştir. Haberde Kazasker Mustafa İzzet’in adı geçmese de anlatılan vakıa ve sene
                             ile ayın tutmasından bu karşılaşmanın aynı gün gerçekleştiği anlaşılmaktadır:
                             "...Pâdişâh-ı A’zam Efendimiz hazretleri işbu ramazân-ı şerîfin onuncu cumartesi günü Asitâne-i Aliyye’yi tebdîlen teşrîf ve salât-ı asrı Sultân Bâyezîd Câmi-i
                             Şerîfi’nde ba’de’l-edâ mu’tâd-ı hümâyunları olduğu üzere fukarâya bezl-i sadakât buyurarak Bâb-ı Seraskerî civârında yeni bünyâd olunan tuhfeci dükkânlarının
                             bazısında arâm ve havâyic-i zarûriyyeden olan nân-ı azîzi, maiyet-i şahânede bulunan serasker paşa hazretleri emr-i hümâyunla getirip tabhına ve haslığına nazar
                             buyurup, bu vecihle dahî halka olan şefkat ve merhametlerin râyegân buyurduklarından sonra akşama karîb Sahilsaray-ı Çırağan’a muâvedet buyrulmuştur..."





                                                                                                                                                      45
   42   43   44   45   46   47   48   49   50   51   52