Page 81 - KAZASKER MUSTAFA İZZET
P. 81

Ayasofya’nın Nişânesi | KAZASKER MUSTAFA İZZET







                             TÜRK HAT SANATINDA KAZASKER MUSTAFA İZZET



                             Bir genel değerlendirme olarak, hat sanatındaki icrâ alanı konusunda söylenmesi gereken en önemli husus dönemin etkili sülüs-nesih
                             türünde eser veren şahsiyetlerinden olduğudur. Aklâm-ı sittenin Hafız Osman’dan sonra Mustafa Râkım’la gelebileceği en yüksek yere
                             gelmesi hat sanatının genel kabul görmüş bir teorisidir. Klasik kelimesinin artık tam olarak üzerine oturacağı bir zaman dilimi olan bu
                             dönemin hemen üzerine gelmiş olan Mustafa İzzet’in özellikle sülüs-nesih yazılarındaki ruhun beslendiği yer, şüphesiz bu klasisizmdir.
                             Mustafa  İzzet’in  daha  otoriter  ve  sert  bir  üslûp  olan  dönemin  bir  diğer  heterodoks  kabul  edilebilecek  Mahmud  Celâleddin  tavrına
                             meyletmesi,  şüphesiz  onun  hayat  görüşü  ve  ruhsal  tavrı  ile  doğru  orantılıdır.  Bilindiği  üzere  keskin  ve  ciddi  bir  tasarım  üslûbu  olan
                             Mahmud  Celâleddin’in  harf  anatomisi  de  kusursuz  özelliklere  sahip  fakat  alışılagelmişin  dışında  bir  üslûptur.  Mustafa  İzzet  bu  anlam
                             dünyası sert fakat tavrı ilgi çekici üslûbun devam edebilmesi açısından son derece önemli bir devamlılığa vesile olmuştur. Onun bu üslûbu
                             benimsemesi, başkalarının Mahmud Celâleddin tavrını devam ettirmesinden çok daha önemli bir durumdur. Çünkü kimi talebelerinin bu
                             tavra daha yakın olmakla birlikte kimi talebelerinin ise klasik orta tavra yolculuğu seçerek bu celalli yazı biçimini tercih etmedikleri görülür.
                             Bir başka ifadeyle Mustafa İzzet’in sülüs yazıdaki tavrı iki musluklu bir hayrat gibidir.

                             Osmanlı mimarîsine ve kültür mirasımıza sayısız katkıları olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin bu şöhretinin temel sanat disiplininden
                             ve tabii ki küçük yaşlardan itibaren sülüs-nesih yazıyla hemhâl olmasından geldiğini söylemek mümkündür. Bu bahisle birlikte değinmek
                             gerekir ki Mustafa İzzet’in ilk aldığı sanat eğitiminin musiki olması ve sonradan başladığı hat eğitimiyle zirveye ulaşmış olması, hüsn-i hat
                             konusundaki aşkını ifade edebilmek için harikulade bir bakış açısı olacaktır. Mustafa İzzet Efendi Sultan II. Mahmud tarafından yeteneğinin
                             keşfedilmesi, çeşitli eğitimler alması ve Enderûn’a kabul edilmesiyle sanat hayatımıza damgasını vuracak ta’lik hat bahsine giriş yapmıştır,
                             diyebiliriz. Küçük yaşlardan itibaren ilgilendiği sülüs-nesih yazıya ek olarak, Enderûn-ı Hümâyun’da Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’den
                             ta’lik yazı meşk ederek icazet almış ve bu yazı türü konusunda hocası Yesârîzâde seviyesinde iltifat görmüştür. Hatta kendisinin yazıları
                             ile hocası Yesârîzâde’nin yazıları sıklıkla birbirine karıştırılmış olup Kazasker bu karışıklığı önlemek maksadıyla 1835’ten sonra kendisine
                             has bir üslûp geliştirerek yazılarının altına "ta’lik istif" ile imza atmıştır. Daha sonraları ise "Bende-i âl-i abâ/ Seyyid İzzet Mustafa" ve "Hâk-i
                             pây-i evliyâ/ Seyyid İzzet Mustafa" şeklinde secîli ketebeler de kullandığı görülmektedir. Bu üslûbu kendisi gibi daha sonraları talebeleri
                             de kullanacaktır. Buradan anlıyoruz ki, hocası Yesârîzâde ile ilgili bir karışıklık vaziyeti, sadece isimden değil aynı zamanda bilekten de
                             gelmektedir. Mustafa İzzet’in Enderûn’da başlayan ta’lik yazı yolculuğunun fonksiyonel bir tarafının olduğu muhakkaktır. Bu dönemde
                             başta resmî mimarîde olmak üzere tekke ve türbe gibi dinî yapılarda ta’lik yazının bir yazınsal imaj olduğu unutulmamalıdır. Bir Enderûn
                             müntesibinin de bu fonksiyonda aksiyon alması son derece olağandır.


                             Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, gençliğinden itibaren türlü sanatsal yorumlarla, daha sonrasında uzunca analiz edilmesi gerekli, mebzul
                             miktardaki  sanat  eserlerinin  başında  celî  sülüs  ve  nesih  yazıları  gelmektedir.  Kıt’a,  hilye  gibi  hat  sanatının  klasik  anlamdaki  her  türlü
                             formunda eser vermiş Mustafa İzzet’in bunun yanında sınırları zorlayan, sadece hat sanatı açısından değil tasarım literatürü açısından
                             da birbirinden özel, eşsiz sanat denemeleri olmuştur. Bununla birlikte hattatların önemli bir kısmının belli bir yazı kolunu tercih etmesinin
                             aksine onun ta’lik ve hususi olarak celî ta’lik konusunda da tartışmasız bir kabiliyeti vardır. 11 Mushâf-ı Şerîfe, 11 Delâilü’l-Hayrât, 200’den
                             fazla hilye-i şerîfe, 30’dan ziyade Sûre-i En’am ve kasideler ile hurufât olarak birkaç murakkası bulunduğunu Tayyarzâde Atâ Tarihi’nden
                             öğrenmekte olduğumuz Kazasker Mustafa İzzet’in günümüze mimarî eserlerde de uygulamış olanlarla birlikte, devlet koleksiyonları ve
                             özel koleksiyonlarda bulunan toplam 376’ya yakın eseri gelebilmiştir. Yaklaşık olarak söylemek gerekirse -ki bu sayılar her yeni bilgiyle
                             güncellenebilir- tespit edilebilen 5 mushaf-ı şerîf, 1 adet cüz, 13 murakka, 9 adet icâzet metni, 41 hilye-i şerîf, 79 sülüs-nesih kıt’a, 153





                                                                                                                                                      79
   76   77   78   79   80   81   82   83   84   85   86