Page 261 - KAZASKER MUSTAFA İZZET
P. 261

Ayasofya’nın Nişânesi | KAZASKER MUSTAFA İZZET







                             HÂLDEN HÂLE BİR NEYZEN



                             Devrinin en büyük neyzeni olarak zikredilen Kazasker’in bu kabiliyeti ile ilgili tabii ki somut bir veri yok. Fakat genel analizlere ve ney sazı
                             ile ilgili aşağıda nakledeceğimiz anekdotlara bakıldığında bunun yerinde bir yaklaşım olduğu aşikârdır. Temel kaynaklardan başladığımızda
                             Letâif-i Vekâyi-i Enderûn ve Atâ Tarihi gibi biyografik bilgilerin metinlerinde Mustafa İzzet’in, gelmiş geçmiş pek çok unvanı bulunmasına
                             rağmen  kendisinden  "neyzen"  olarak  bahsedilmesi  son  derece  dikkat  çekicidir.  Bir  kez  daha  görüyoruz  ki,  tarihin  her  döneminde
                             enstrüman kabiliyeti insanların dikkatini her şeyden daha çok celb etmektedir. "Ney hem zehir hem panzehir" misali Mustafa İzzet’in
                             hayatında neyzenlik, kapılar açan bir kabiliyet ama aynı zamanda başını türlü dertlere sokan bir sorumluluk olmuştur. Samimi bir müzikolojik
                             kehanette bulunursak Osmanlı musikisi tarihinde herhâlde ney sazı ile meşgul olmuş "bed sesli" birisinden söz edilemez. İstisnaları hariç
                             tutmakla birlikte, neyzenler genel olarak seslerinin kuvvetiyle de tanınmışlardır. Hançereye ve iyi bir sadâya sahip olduğunu gördüğümüz
                             pek çok nâyînin eser okumada mâhir olduğu da zikrediliyor. Fakat Kazasker Mustafa İzzet’e gelince durum biraz genellemeden dışarı
                             çıkmaktadır. Kaynaklar sanat ve hatta bürokratik hayatı hânendelik ile başlamış Mustafa İzzet’ten bahs-i musikide sesinden daha fazla
                             neyzenliği ile ilgileniyor. Kimden ne zaman ney dersi aldığını bilmediğimiz İzzet’in bu konuda sultanlara ney dersi verecek seviyede olması
                             sadece sosyolojik açıdan bakıldığında bile çok önemlidir.

                             Neyzenliği hususundaki bir diğer konu da nasibi Mevlevîlikten olmamasına rağmen bu sazda bu kadar ilerlemiş olmasıdır. Bir Mevlevîhâne
                             disiplininde değil de dışarıdan bu sazı meşk etmiş olması gerçekten müzikolojik açıdan çok önemli bir husustur. Zira şunu biliyoruz ki
                             Mevlevîhâneler için ney, tarikatın resmî enstrümanıdır. Bu büyük istidâdı ile birlikte Enderûn içerisinde yetişmesi ise, bu konudaki en büyük
                             şansıdır. Mevlevîhânede yetişmiş biri olmamakla birlikte, dönemin Mevlevîleri ile olan ilişkileri açısından da bu yüzyılın tasavvuf tabakât
                             metinleri ve Mevlevîhânelerin tarihi ile ilgili olan önemli kaynaklarda da hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.  Böylesine önemli
                             bir neyzenin vaktin Mevlevî mahfellerinde yahut hatıralarında yer almaması ilginç bir durumdur. Buna yapılabilecek iki kısa yorum olabilir:
                             Birincisi profesyonel idarecilik hayatında -ki bunu hiçbir zaman tercih etmemiştir- dervişlik mesleğine fazla yaklaşmayarak tepkileri üzerine
                             çekmekten kaçınması, ikincisi ise Nakşî-meşreb birisi olması dolayısı ile Mevlevî cemiyetleri ile arasında yeterince kaynaşma oluşamamış
                             olması.  Kazasker’in  bir  Mevlevî  âyini  besteleyip  bestelemediği  bilinmemekle  birlikte  ney  icrâsı  konusunda  bu  kadar  yüksek  seviyede
                             birisinin böyle bir teşebbüste bulunmuş olması ihtimali zihinlerde hep kalacaktır.


                             İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’dan nakledildiği üzere büyük neyzenin yaşının kemâlli çağındaki şu hatırası onun ney sazındaki karakteri
                             konusunda  zihnimizde  bir  şeyler  oluşması  açısından  önemlidir:  Beşiktaşlı  Nuri  Bey’den  aktarılarak  anlatılan  bu  hatırada  Muhsinzâde
                             Abdullah Bey’in yalısında duvara asılı bir ney durur imiş. Bu yalıyı sık sık ziyarette bulunan Kazasker’in kendisine büyük hürmeti bulunan bu
                             iki talebesi duvardaki neyi kılıfından çıkartarak aşk u niyaz ile önüne bırakırlarmış. Daha sonra mahalli terk ederek hazreti iç dünyasıyla baş
                             başa bırakırlarmış. Dışarıdan oldukça garip görünen bu davranışın sebebini merak eden dostlara, Kazasker’in huyunu bilen bu iki kişinin
                             cevabı son derece ibret ve irfan doludur. "Efendi, üfle de dinleyelim, tarzında bir terbiyesizliğe mahal bırakmamak için çıkarız. Efendi kendi
                             zevki için üfler ve müteessir olup ağlar, biz de dışarıda bu hâl ile hâlleniriz."


                             Bu kudretli neyzenin pek tabii ki günümüze ulaşabilmiş herhangi bir kaydı bulunmuyor. Dolayısıyla hem o dönemin tavrı hem de tekniği
                             hakkında  bir  şeyler  söyleyebilmek  imkânsız.  Kendisinden  sadece  30  sene  sonra  kayıt  teknolojisinin  başladığı  düşünülürse,  ne  kadar
                             önemli bir fırsatın kaçtığı daha iyi anlaşılabilir. Hazretin günümüze bu bahiste ulaşabilmiş tek hatırası neyleridir. Bu neylerden birisinin ünlü
                             neyzen Üstâd Niyazi Sayın’da olduğunu ve hatta son zamanlarda gerçekleştirilmiş bir sergide de teşhir edildiğini bu satırlarla kayıt altına





                                                                                                                                                      259
   256   257   258   259   260   261   262   263   264   265   266