Muhatabımız Ressam Kaymak, sanat ve estetikle münasebetini anlatırken “Gönle düşmedi; gönül aradı,” diyor. Bu cümle, kırk yıllık sanat yolculuğunu özetler mahiyette... Çünkü onda sanat inşa değil, mânevî bir temâşâ iklimidir.
Lise yıllarındaki evvelemirdeki resimleriyle yeni bakışlar aramaya başlayan, realistik gibi görünen ama izlenimci bir renkliliğe bürünen tablolarında bile bir önceki cümlemizde değindiğimiz mânâ arayışını sezmek mümkün. O, bir an gelip de gönlüne sanatın düştüğünü değil, gönlün sanatın peşine düştüğünü ifade ediyor. Çünkü “İbrahim Ethem Bey, gönül var illâ ki” derken, sanatın da gönül gibi arayan bir keyfiyeti olduğunu hatırlatıyor.
Geçen Milenyumdan Gelen Plastik Sanatçı!
Kaymak, kendisini “geçen milenyumdan gelen plastik sanatçı” olarak tanımlıyor. Bu tarif ve tavsif, onun sanat düşüncesinin zamanla kurduğu münasebeti açık ediyor. Zira o, hiçbir dijital nesnenin olmadığı, fotoğrafların banyo ile basıldığı bir devre şâhitlik etti. Bu nedenle deklanşöre basmanın anlamını, görüntünün kâğıda dönüşmesindeki mucizeyi biliyor!
Şimdiki zamanda, bugünün yapay zekâsı ile duyulan ve görülen gerçekliğine bakarken, “Gerçek artık daha zor işitilen bir hâle geliyor,” cümlesini kuruyor. Bu yüzden onun resimleri, bugünün gürültüsüne karşı sükûnetin tecellisinden başka bir şey değil.
“Plastik sanatçı kimdir?” sualine verdiği cevapta da aynı tevazu gizli:
“Eline ne geçerse onunla görünen nesneler yapan kişidir.”
Kaymak’ın sanatı, malzeme ve biçimle sınırlı değil; çünkü o, çizgiyi, gölgeyi, perspektifi ve rengi birer araç olarak görüyor. Resim yaparken “en az çizgiyle, en az renkle anlatma gayreti”nde bulunuyor. Zira ona göre, bu araçlar sanatkârın elinde çiğliğe düşmeden, her çizgi, her renk, bir arayışın sadeleşmiş hâline dönüşmeli.
Ressam Ali Emre Kaymak: Balık Çizmeyi Seviyorum
Çocukluğunu deniz kıyısında geçiren sanatkârın gönlü, suların altında, balıkların sessiz dünyasında yankılanıyor. “Balık çizmeyi seviyorum,” derken bile derin mavi suların sükûnetin yansımalarını aktarıyor. Çupranın kara şakaklı, al yanaklı, ince dudaklı hâlini tarif ederken, bir ressamdan ziyade musiki üstadının nota dizdiği incelik yükleniyor sözlerine. Onun için her balık bir nimet; kâinatın içinde saklı olan arz ettiğimiz musiki gibi. Balıkların tarifindeki bu incelik, aslında Kaymak’ın bütün sanat anlayışının remzidir: Görülenle işitilen arasında bir ahenk arayışının…
“Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?” sorumuza verdiği cevapta, arayışın ebedîliği dile geliyor: “Bilmiyorum, bulduklarımızı hatırlamayacak kadar yeni aramalar var belki de.”
Bu cümle, onun resimlerindeki her biri diğerinden âlâ keyfiyeti hâiz balıkların sessiz ama derin düşünce ufkunu anlatıyor. Aramak, bulmaktan ziyade bir hâl olarak ressamın ruh dünyasını ihata ediyor.
Sanatkâr, kırk yıllık sanat ve tefekkür yolculuğuna bakarken pergel benzetmesiyle konuşuyor: “Pergelin sabit ayağı bizi hâlimizle tahkim ederken, açılan bacaktan çok şey geliyor.” Bu, onun enfüsî (iç) âlemle âfâkî (dış dünya) arasında kurduğu bir muvâzene (denge)dir.
İstanbul Büyük Deniz!
İstanbul’da olmanın avantajını biliyor. Dolayısıyla İstanbul büyük bir deniz ve büyük denizde haliyle büyük balıklar yaşıyor!
Asıl Zenginlik Bu Topraklarda Saklı!
Ressamımız nezdinde Batı resminin temellerine bir geziyle ulaşmak mümkündür ama asıl zenginlik bu topraklarda saklı. Darphane mahreçli bir sikkenin üzerindeki rumi figüründe, bir dülgerin atölyesinden neş’et eden mukarnasta, bir ifadenin gönül dilinde ve dahi bir taşın dokusunda… Kaymak, günün sonunda yerel ile cihanşümulü (evrenseli) birleştirmenin bu toprakların asliyet ve terkip şuurunda “sakin ama derinlikli bir tat” bıraktığını söylerken bukonuda Muzaffer Malkoç’un resimleriyle aynı istikamette yürümeyi ayrıcalık olarak zikrediyor.
Ve “Sarnıç”…
Sarnıç, onun Gülhane Parkı’nda açtığı ilk kişisel resim sergisi. Sarnıç her ne kadar mücerred sergi olma da hadizatında tecelli mekânı!
Ali Emre Kaymak sergisini anlatırken, zihninde mukarnas var ve dahi bu esnada resim yapmanın başka, sergi açmanın bambaşka bir şey olduğunu söylüyor: “Sergi fikri benim için hiç önemli olmadı. Ama çok samimi dostlarım, artık sergilemeden başka çıkış bırakmadılar.”
Onun için sergi, duvara resim asma ameliyesi değil! Mekânla resmin, resimle hafızanın, imgeyle hakikatin birleşmesi... Bu yüzden “Bir yer olsun, ama oranın bir resmi olsun; ben yokken de yabancılık çekmesin,” diyor. Böylesi mülahazalarla Gülhane Sarnıcı’nı seçiyor.
Gülhane Sarnıcı, Eski Akvaryum…
Gülhane Sarnıcı, eski akvaryum… Yılanlı, serin, yosun kokulu bir hatıra mekânı. Sarnıçta hep birlikte objektife baktığımız esnada ressam “Balıkları geri getireyim,” diyor. Ve dahi dediğini yapıyor! O esnada gözlerini karşı duvarda büyük bir teslimiyetle durmakta olan en büyük balığa mıhlayan Sırlı Süleyman Efendi’nın âvâzı işitiliyor: “Laf var ki laftır, laf var ki iştir, iş var ki laftır. Bize iş kadrosunda laf, hamle çapında iş lazım!”
Sarnıç Sergisinin Hikâyesi, Balıkların Hikâyesidir!
Bir zamanlar suyla dolu o taş duvarlara, kendi balıklarını, kendi sessizliğini, kendi derinliğini getiren Ressam Ali Emre Kıyak’a ve sergisine veda ederken bir hüküm cümlesi kuruyoruz: Sarnıç sergisinin hikâyesi, balıkların hikâyesidir.
Derken, Kaymak’ın zihninde yıllar öncesinden beri var olan dülgerle orfozun, çuprayla kırlangıç balığının bileşimleri, tablolarında yeniden şekil buluyor. Eğer çizdiklerim at, kartal ya da aslan olsaydı, izleyici figürle kendini özdeşleştirebilirdi. Ama balıklarda bu mümkün değildir. Çünkü balıklar konuşmaz; sadece teslimiyet ve tevekkül halinde dururlar.” diyor. Hâsılı, Sarnıç’taki tablolar da böyle! Konuşmuyor, ses çıkarmıyor. Ama bakana, bakanın, daha doğrusu görenin dünyasına bir neşe, itminan (serinlik), ötelerden bir esenlik dileği iletiyor!
Ressamın balıkları, görünür olanın ardında saklanan bir hatırlama davetçisi! Kaymak’ın arzusu, Sarnıç’taki tablolarının izleyicinin zihninde, başka bir zaman, başka bir hikâyede yeniden yankı bulması. Ve sanatkâr, bütün bu yolculuğun sonunda kelâmı resimlerinde renkler, balıklar ve oluşlar gibi tevazua bağlıyor. Ne söyler, ne susar; sadece durur. Sarnıç’ın balıkları gibi...
Hâmiş: Gülhane Sarnıcı’nda 18 Ekim 2025 Cumartesi günü ziyarete açılan Sarnıç Sergisi,
18 Ocak 2026 tarihine kadar -pazartesi günleri hariç- ziyaretçilerini bekliyor.
İbrahim Ethem Gören, 28.10.2025/Yazı No: 471