Devrim Erbil’in Dünyası…
Her fırça darbesinin bir hikâyeye, her renk geçişinin bir duyguya selâm verdiği bir dünyanın içindeyiz… Burası Devrim Erbil’in dünyası. İstanbul’un maviye çalan rüzgârını, boğazın akışkan ritmini, martıların kanadında duyulan naif zikir sesini, kubbelerin ilâ-yı kelimetullah titreşimini tuvalde yeniden telif eden bir ressamın dünyası... Onun tablolarına bakanlar yalnızca manzara görmüyor, şehrin hafızasına açılan bir kapıyı aralıyor, zamanın içinden süzülen bir musikiyi işitiyor. Öyleyse ülkemizin yakın dönem resim tarihinin bu güçlü imzasının hayatına ve sanat yolculuğuna doğru hep birlikte nazar edelim!
Uşak-1937
1937’de Uşak’ta dünyaya gelen Devrim Erbil’in çocukluk hatıraları Balıkesir’in çitlembik ağaçlarının gölgelediği yollara dayanıyor. İlkokuldan liseye kadar süren bu taşra dinginliği, ileride İstanbul’un hareketli ruhuyla birleşecek olan iki uç tecrübenin ilkiydi.
1955’te Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdiğinde, sanatın ona açtığı dünyanın sınırları değişmeye başladı! Çünkü Halil Dikmen’in ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olmuştu. Bedri Rahmi’nin Anadolu kültürüne dair derin muhabbeti, geleneksel sanatlara duyduğu ilgi, Erbil’in belleğinde yer eden ilk izlerdendi. Lise yıllarında açtığı ilk sergi, sanat hayatının erken bir işareti gibiydi. Aynı yıl kurulan Soyutçu 7’ler Grubu ise, onun modern sanat anlayışının ilk “merhaba”sıydı!
Devrim Erbil: İstanbul’un Ritmini Duyurmak İstiyorum
Fakat onun resim dünyasındaki yerini belirleyecek olan esas, İstanbul’a attığı adımdı. İstanbul, Erbil için bir şehir değil, bir hareket hâliydi. Boğazdan geçen gemilerin bıraktığı izler, Galata’nın akşamüstü ışıkları, Süleymaniye’nin göğe yükselen kubbeleri, Karaköy iskelesinde dağılan kalabalık… Tüm bunlar, sanatkârın hafızasında birer “çizgi ritmi” olarak yer etti. İstanbul’un bu bitmeyen hareketi, ileride onun eserlerinin alametifarikası olacak çizgisel akışı doğuracaktır. Kendisi bu dönemi yıllar sonra şöyle hatırlayacaktır: İstanbul’u resmetmek değil, İstanbul’un ritmini duyurmak istiyorum.
1962’de akademiye asistan olarak döndü. Bu yıllarda Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yanı sıra Cemal Tollu ve Cevat Dereli’nin atölyelerinde de çalıştı. 1963’te Altan Gürman, Adnan Çoker, Sarkis ve Tülay Tura ile kurdukları Mavi Grup, muhatabımızın hayal ve his dünyasında renk ve çizgi ilişkisine dair yeni bir düşünme alanı açtı. Ardından kazandığı İspanya bursu onu Madrid ve Barcelona’ya taşıdı. Bu yolculuk, modern sanatın Avrupa damarlarıyla Türk sanatındaki geleneksel ritmin birleştiği bir eşikti. Paris ve Londra’da sürdürdüğü araştırmalar, onun çizgi temelini daha da keskinleştirdi.
Avrupa’dan Türkiye’ye döndüğünde Âsitane’yi yeniden keşfetti! Erbil “İstanbul’u keşfetmek sanatçı için elzemdir” dedikten sonra mealen şöyle bir cümle daha kuruyor: “Anadolu’nun irfanını ve İstanbul’un derinliğini ancak bu toprakların sanatkârları görür. Yabancılar ya görmez ya da görmek istemez.”
Anadolu’nun Zengin Kültürel Mirasına Nazar Edilmeli
Erbil, Anadolu’nun ve Türk sanatının eşsiz bir konumda olduğunu vurguluyor: “Dünyada hiçbir coğrafya üst üste yedi medeniyete ev sahipliği yapmamıştır. Bu zengin miras, çiniyi, halıyı, hattı ve diğer geleneksel sanatları anlamadan kavranılamaz.”
Paylaşım, Çizgi, Renk ve Şehir Kadar Önemlidir
Ressam Erbil’in rehberliğinde altmış beş yıl öncesinin İstanbul’una gidelim. 1960’lı yıllarda İstanbul’un sanat ortamı yok denecek kadar sınırlıdır. O zamanlar büyük ölçekli sanat toplantılarının yapılacağını hayal etmek bile mümkün değildir. Bu yüzden Akademi’de olmak Erbil için büyük bir şanstır. Orada yalnızca bilgi değil, sanatçıların birbirine karıştığı, üretimin paylaşıldığı ruhu bulur. Paylaşım, Erbil’in sanat anlayışının temelidir; çizgi, renk ve şehir kadar önemlidir.
Devrim Erbil’in Müteharrik Çizgileri!
Devrim Erbil’in resminde çizgi, kontürden ziyade işaret fişeği gibi davranır. Buradan hareketle sanatçının biyografisine “Devrim Erbil’in Müteharrik Çizgileri” asliyet ve terkip şuurunu eklemekte fayda mülahaza ediyorum.
Naif Bir Mahya Ustası!
Erbil’in tuvallerinde çizginin titreyişi ve istiflenişi kadim minyatür geleneğimize yaslanırken, İstanbul’a yukarıdan bakan kuşbakışı düzeni Matrakçı Nasuh’un haritalarındaki tertibi modernize ediyor. Fakat bu noktada ressamın çizgisi yalnızca geleneğin bir tekrarı değil; o, çizgiyi ufuklara kandil yakan naif bir mahya ustası!
Tereddüt ve İkilem…
Sanatçının eserlerinin anahtar kelimeleri tereddüt ve ikilem olsa gerektir! Çünkü Erbil’in tereddüt ve ikilem dediği yapılar, resmin iç devinimini tesis ediyor. Rengin yan yana geldiğinde oluşturduğu titreşim, onun sanat dünyasında “Erbil mavisi” olarak bilinen özgül ve dahi özgür tonunu meydana getiriyor.
Erbil’in Kuşlara İlgisi
Erbil’in sanat anlayışının önemli bir boyutu da kuşlara duyduğu ilgidir. Bundan sebep kuşları sıkça resmediyor. Kuş figürü onun nezdinde hareketi, özgürlüğü, şehrin ruhunu temsil ediyor.
Çizgi Değişmez!
Kendi sözleriyle, hangi teknikle çalışırsa çalışsın “çizgi değişmez.” Halı, seramik, akrilik, yağlı boya, vitray, sedef… Hepsinde çizgi başka türlü refleks veriyor ama öz, mütemadiyen aynı. Onun için malzeme yalnızca bir geçit; esas olan, çizginin İstanbul’u yeniden kurma isteği!
Sanatçı, zamanla bir başka muradının peşine düşüyor: Eserlerinin bir araya geldiği hafıza mekânı oluşturmak. Balıkesir’de açılan Devrim Erbil Çağdaş Sanat Müzesi, bu hayalin ilk büyük adımıydı aslında. Bugün, dünyanın birçok ülkesinde, önemli koleksiyon ve müzelerde yer alan eserleriyle, bu hayal büyümeye devam ediyor. “Bir sanatçının yalnızlığı, ancak eserlerinin gelecekte de konuşuluyor olmasıyla anlam kazanır” derken, aslında bu müze fikrinin iç manasını tarif ve tavsif ediyor.
Bodrum’daki atölyesinde çalışmayı çok seviyor. Orada fırçasından dökülen en güzel resimlerini biriktirmiştir. Zaman zaman eski eserlerini mezatlardan satın alıp yeniden bir araya getiriyor; çünkü hayallerinden biri Bodrum’daki Devrim Erbil Müzesi! Aslında müzeyi Bodrum’da kurmak istiyor ama “Gel, İstanbul’da yapalım” diyen birinin çıkmasını da bekliyor.
“Sanat Beyoğlu’ndan Çemberlitaş’a İndiğinde Halka Mâl Olur”
‘İstanbul Ressamı Erbil’in bu kadar çok çalışmasının temelinde -kendi ifadesiyle- sanatın demokratikleşmesi fikri yatıyor! Bunun için tuvalle sınırlı kalmak istemiyor; sanatını sokağa, meydana, çarşıya çıkarıyor! Ona göre sanat içeriden dışarıya taşmalı; duvarda, meydanda, herkesin görebileceği yerde var olmalıdır. Bu düşünce, hocası Bedri Rahmi’nin bir zamanlar söylediği “Sanat Beyoğlu’ndan Çemberlitaş’a İndiğinde Halka Mâl Olur” cümlesini çağrıştırıyor. Erbil de sanatını her bölgeye, her ile taşımak istiyor.
1991-Devlet Sanatçısı
Onlarca yıl boyunca yüzlerce öğrenci yetiştiren, Türkiye’de çağdaş soyutlamanın karakteristik şahsiyetlerinden biri hâline gelen Erbil’in, 1991 yılına gelindiğinde “Devlet Sanatçısı” unvanını aldığını notlarımızın arasına eklemekte fayda mülahaza ediyorum.
2004’te Akademiden emekli olurken sanatla bağı kesilmedi! Sonraki yıllarda Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde görev yapmaya başladı. Bugün hâlâ üretmeye, çizginin peşinden yürümeye devam ediyor.
Onun sanat anlayışını en iyi özetleyen sözlerinden biri “Bir tabloya bakan zat, on saniyeliğine bile olsa kendini iyi hissediyorsa, o an büyür. Sanatın payı, insanın kalbinde bıraktığı küçücük bir ışıktır.”
Erbil’in dünyasında sanat büyük iddiaların değil, aksine insanın iç sesine dokunan küçük ama derin titreşimlerin ortak alanı! Eser üretmek, onun için bir nevi yaşama biçimi; çizgiyi zamana bırakmaksa bu toprakların ortak hafızasına bir emanet…
Devrim Erbil’in portresi, İstanbul’un çizgilerle yeniden kurulduğu bir kâinâtı gösteriyor. Onun yaşadığı/resmettiği kâinatta şehir yalnızca mekân değil, ritimdir; çizgi yalnızca araç değil, hafızadır; renk yalnızca alan değil, duygudur… Ve içinden mekân, ritim, çizgi, renk ve hissiyat geçen bu hikâye bize, bir sanatkârın ömrünü İstanbul’a, çizgilere, renklere, ritimlere ve tüm bunların arka planındaki mutlak hakikate nasıl adadığını gösteriyor.
İşte bu “görme meselesi”dir Erbil’i farklı kılan. Ona göre sanatçı, diğerlerinin bakmadığı yere bakandır. Az önce ifade ettiğimiz gibi yabancıların ve içimizdeki yabancıların görmek istemediği şeyleri görmektir sanatçıyı sanatçı yapan. Onun resminde İstanbul, sadece bir manzara değil, bir anlam arayışıdır. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olması, eserlerinde bir parça Bedri Rahmi atmosferi taşımasını kaçınılmaz kılıyor. Anadolu kültür mirası, Erbil’in sanat damarlarında dolaşan güçlü bir çağrıya dönüşüyor.
2019-Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
2019 yılında Devrim Erbil, kültürel geleneklerle kurduğu bağ, peyzajı soyut bir dille yorumlayan çalışmaları ve Türk resmine kazandırdığı özgün üslup nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin “Resim” dalındaki ödülüne değer görülmüştür.
Renk, Hayatının Merkezinde!
Renk, Erbil’in hayatının merkezlerinden biridir. Hatta kızına verdiği isim bile Renk’tir. Öğrencileri, hocaya duydukları saygıyla kendi çocuklarına Desen ve Çizgi adlarını vermiştir.
Sanatçının renklerin yan yana gelişine dair kurduğu cümle iç dünyasının fihristi mahiyetindedir: “İki rengi yan yana getirmek, iki insanı yan yana getirmekten daha zordur.”
Erbil için renk, estetik bir mesele olduğu kadar psikolojik bir alandır. Renklerle mutluluk arasında sürekli bir bağlantı arayışının sebebi de budur. Çünkü sanatın nihai amacı, bir insanın tuval/eser karşısında renklere, çizgilere, ritimlere, sanatçının iç musikisine bakarak içten bir “ohhh” çekmesidir. O, -az önce de değindiğimiz- on saniyelik mutluluk onun için yeterlidir.
Ressam Erbil: Yetkim Olsa Güzel Sanatlar İlkokulları Kurarım
Türkiye’de sanat ortamının iyileştirilmesinden yana olan ressam Devrim Erbil, Anadolu’nun büyük kentlerinde Güzel Sanatlar Fakülteleri bulunmasına rağmen galeri sayısının yetersiz olduğunu ifade ediyor. “Altmış yıl önce bir tek Güzel Sanatlar Akademisi varken, bugün onlarca fakülteye rağmen beklenen estetik olgunluğa ulaşamadım. Bana göre bazı fakülteler ve hocalar bu boşluğu doldurmakta yetersiz kalıyor. Netice itibarıyla da eksikliğin bedelini ülkemiz ödüyor. Sanat eğitiminde köklü bir dönüşüm gerekli. Yetki bende olsa Güzel Sanatlar Liselerini bir kenara bırakın, Güzel Sanatlar İlkokulları kurarım! Çünkü küçük yaşlardaki evlatlarımıza estetik ve sanat bilinci kazanılmadan, toplumun sanatla sağlam bir bağ kurması mümkün değildir.”
Erbil, Anadolu’nun ve Türk sanatının çok şanslı olduğunu düşünür: “Dünyada hiçbir coğrafya üst üste yedi medeniyete ev sahipliği yapmamıştır. Bu zengin miras, çiniyi, halıyı, hattı ve diğer geleneksel sanatları anlamadan kavranılamaz.”
Çamlıca 2025
Bugün 90’a yaklaşan yaşıyla hâlâ çalışırken “Zamanım az kaldı ama daha yapacak çok resimlerim var” demesinin sebebi bu olsa gerektir! Özellikle devasa, iki-üç metreyi aşan büyük tablolar… Çünkü büyük eserler daha çok kişiye ulaşır, daha fazla paylaşılır. Erbil’e göre sanatın kederi, paylaşıldığı ölçüde neşeye dönüşecektir! Çünkü galerilerde ayda üç bin kişinin gördüğü resimleri, metropol panolarında yüzbinlerce insan bir günde izler. Bu onun için büyük bir mutluluk sebebidir. Buradan hareketle “Sanat konuşulmalı, sanat konuşulmadıkça var olmaz.” cümlesini kuruyor.
Cihanşümul Görsel Miras
Biz dahi kapanış cümleleri kurarak sanatkâr portremize nihayet verelim. Devrim Erbil’in sanatı, çizgi ve renk aracılığıyla İstanbul’un ve Anadolu’nun hafızasını yeniden kuran, geçmişle bugün arasında köprü kuran cihanşümul (evrensel) bir görsel miras olarak varlığını sürdürüyor.
Gökyüzünün ritmini ve İstanbul’un kent siluetlerini renklerle yeniden kurgulayan Devrim Erbil’in Yıldız Holding Sanat Koleksiyonu’ndaki imzalı eserlerinden oluşan özel seçki, müessesenin Çamlıca Kampüsü’ndeki sergi salonunda bir ay boyunca, randevu alınarak izlenebilir.
İbrahim Ethem Gören, 24.11.2025/Yazı No: 475